24 Ekim 2016 Pazartesi

"Yalnız zaman aracılığıyla fethedilir zaman."





"Geçmiş zaman ve gelecek zaman
İzin verir birazcık şuura.
Şuurlu olmak zaman içinde olmamaktır
Fakat yalnızca zaman içindedir gül bahçesindeki o an,
Yağmurun vurduğu o çardaktaki o an,
Sis altındaki o esintili kilisedeki o an
Anımsanır; iç içe geçmiş, geçmişle ve gelecekle.
Yalnız zaman aracılığıyla fethedilir zaman." diyor T. S. Eliot

      Ben çok fazla zamanın içinde olmayı başaramayanlardanım. Zihnim ya geçmişte (çoğunlukla geçmişte) gezinir, ya gelecekte. Çoğu zaman yaşadığım bir ânin bile bir anda uzağında, ona "anı" olarak bakıyor buluveririm kendimi. Bu hissi, yani bir anda ortamdan uzaklaşıp ona geriden bakıyor hissini tecrübe edip etmediklerini sorduğumda çevremdekilerin tuhaf bakışlarına maruz kaldım:)

       Aslında çok fazla geçmiş ve gelecekte yaşamak "iyi" addedilmez. İbn-ül vakt olmak gereklidir. Ve fakat gelin görün ki bu hiç de kolay değildir. Bahsettiğim şey "Carpe Diem" nâm-ı diğer; ânı yaşa! felsefesi değil efenim. Demem o ki aslında müslüman bir bireye ne geçmişle gelecekle fazla hemhal olmak fayda sağlamaz.  Geçmiş de gelecek de yüktür omuzlara, yürümeyi zorlaştırır. Bazan bile isteye gireriz o yükün altın, bazan gayr-ı ihtiyâri... Geçmişten bir anı ile günleri geceleri deviririz, yahut gelecek kaygısı çekeriz derin derin...

       Farkında olmak ızdıraptır ya hani, zamanın da şuurunda olmak ondan lezzet almayı imkansız kılar. Fakat yapacak yok, madem zamanı keşfetmeye çıktık, o halde zamandır yine azığımız...

       Baki muhabbetle...

13 Ekim 2016 Perşembe

yıkıldı gitti içimdeki saray

       Çok uzaktayım
       İçimi döktüğüm, dertleştiğim, halleştiğim şehrimden çoook uzaktayım.
       Herşeye dayanmak daha zor onsuz.
       O benim en büyük tesellimdi

       Sırtımı dayadığım koca çınarım, gözyaşlarımı döktüğüm denizim, omuzunda ağladığımdı...
 
       İstanbulum...
       Seni okudum tüm kütüphanelerde, seni yazdım tüm defterlerime, seni kokladım, seni yürüdüm, seni yaşadım yıllarca. Ben sende ben oldum. Sokaklarında kendimi buldum, denizinde efkarlandım, aşkı sende tattım.

       Çayın en güzelini, en muhabbetlisini, en muhabbetli dostlarımla sende yudumladım. Cânım dostlarım sende kaldı şimdi. En müstesna kardeşlerim... Peşinden koştuğum büyük adamlar, en güzel şarkılar sende kaldı... Tanburun en güzeli, neyin en güzeli sende kaldı. Bir tanesi bile benimle gelmedi buralara ah!

       Ne sokaklarındaki yalnız yürüyüşlerim, ne şen kahkahalarım geldi benimle. Tüm afili cümlelerim, beylik laflarım, entellektüel kelimelerim sende kaldı.

       Artık ne yapılarının yanlış restorasyonuna kafa yoruyorum burda, ne yanlış şehirleşmene... Kesilen ağaçların benden çok uzakta artık, yapılan gökdelenlerin. Acısa da içim duymuyorsun ki sızımı artık. Sesim, elim ermez sana. Ne kalemim, ne sesim savunur seni.

     Ne kokunu alıyorun, ne martılarını, vapur düdüğünü duyabiliyorum. Nasıl kaybettik birbirimizi?

     Neden bavuluma bir tane bana ait bir şeyi koymadın? Neden herşeyim sende kaldı?

     Neden herşeyim sende kaldı?

11 Ekim 2016 Salı

YOL




                " Es gibt ein Ziel, aber keinen weg
                  Was wir Weg nennen ist Zögern"
                                                   Franz Kafka

       Mana murad olundukta; " Bir hedef var ama yol yok, bizim yol dediğimiz şey bir duraksamadır" diyor Kafka. 

       Bilmek ızdıraptı...
       Bildim...

       İlim öğrendikçe, farkındalık arttıkça haz kayboluyordu. Belki hakikatin kendisini değil ama onu arayanları tanıdıkça, peşlerine düştükçe artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı...
       Olmadı...

       Kendimi bildim bileli mutlu kalabalıklardan olmadım. Okudukça, dinledikçe, seyreyledikçe saadet daha da uzaklaştı benden.
        
       Talip olmuştum bir kere acıya, sancıya, hüzne... Yanmaya...
       Artık çok uzaklardaydı sıradan insanların sıradan mutlulukları.

       Huzurumu yitirmiştim çoktan. Bilmek adına, fark etmek adına....

       Oysa ki eşyaya, rahata talib olsaydım kolaydı işim. Ama reddetmiştim. Satrancı değil, tavlayı tercih etmiştim hayat yolculuğumda. Mantığımı değil zarları seçmiştim. Öyle yürümüştüm...

        "Allah derdini artırsın" diye DUA etmişti bir büyüğüm ilk gençlik yıllarımda. 
        Sonraları bildim
        Dert sahibi olmak mertebeydi...
        Farklı bir frekanstı...
        
        Dolayısıyla yalnız kalmaktı
        Dışlanmak,
        Yadırganmak,
        Ve hatta yargılanmaktı.
        Diğerleri gibi olmadığım sebebi ile suçlanmaktı.
        Mütemadiyen suçlanmak...
    
       Akıntının tersine kürek çekmenin zorluğunu ancak çekenler bilir. 

       Şimdi
  
       Yorgun kollarla

       Hırpalanmış kalple

       Savrulan bir yaprak misali

       Bakalım yol nereye
  
       Yolculuk nereye....

"kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde"

bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı 
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk 
büklümlerinin içten ve dışardan 
sarmaladığı günlerde 
bir zamandı 
heves ettim gölgemi enginde yatan 
o berrak sayfada gezindirsem diye 
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. 

vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi 
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için 
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti 
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise 
vay ki gençtim 
ölümle paslanmış buldum sesimi. 




hata yapmak 
fırsatını adem'e veren sendin 
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana 
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda 
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi 
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne 
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak 
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini 
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş 
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi. 

çeşme var, kurnası murdar 
yazgım 
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi. 

gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim 
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da 
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem 
ne fark eder demişim 
bilmeden farkı istemişim. 
vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine 
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık! 
yola madem 
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım 
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine 
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar 
yola devam ederdim. 

gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim 
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın 
onunla ben 
hep sevişecek gibi baktık birbirimize. 
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık. 

oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar 
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde 
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık 
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için 
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık 
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce 
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık 
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı 
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız 
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık 
gönendi dünya bundan istifade 
dünya bayındırladı: 
bir yakış, bir yanış tasarımı beride 
öte yakada benî âdem 
her gün küsülü kaldık. 

bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan 
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım 
gençken almadın canımı, bilmedim 
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş 
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer 
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış 
insanın insana raptolduğu cevher. 

şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi 
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu 
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde 
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin 
tütmesi gereken ocak nerde?


              İsmet Özel- Münacaat


https://www.youtube.com/watch?v=vEe-HsMqY5w


4 Ekim 2016 Salı

"My Bullet Journal"

    Bir defter düşünün; hem planlayıcınız hem günlüğünüz olsun, hem el yazınızı geliştirsin, hem boyama yapmanıza imkan sağlasın, ilham verici alıntılar, dualar yahut şarkı sözleri içersin, bir yandan ertesi gününüzü planlarken bir yandan resim yapın, boyayın, karalayın, içinizi dökün...
   
    Bu yazıda 2016 Şubat ayı itibarı ile hayatıma giren analog bir sistemden bahsedeceğim.

    Her şeyden evvel beni bu müthiş sistemden haberdar eden canım arkadaşım, kardeşim İclal'e http://heidigulumse.blogspot.com.tr sonsuz teşekkürlerimle...

    Oldum olası yazma çizme işlerini, ajandaları, günlükleri, not defterlerini, kalemleri, yapışkanlı notları sevmişimdir. "Bullet Journal" hepsini bünyesinde toplayan müthiş bir defter. En önemli ve bana göre en güzel yanı tamamiyle özgür olmak...

    Bullet Journal'da tamamen bana özel tasarım takvimim, yıllık, aylık, haftalık ve günlük planlarım, randevularım, bana hitab eden resimler, alıntılar, resimler, renkler... Tüm bunlar nasıl mı oluyor? Herşeyi kendimiz yazıyor, çiziyoruz. Defterimizi kendimiz seçiyor, içeriğini kendimiz oluşturuyoruz.

    Bazen bir güne bir sayfa ayırıyor, dilersek iki satırda günü özetliyoruz. Kimi zaman haftalık plan yapıyor, kimi zaman aylık planla tüm aya genel bir bakış şansına nail oluyoruz. Her nasıl istersek...

    Benim bu sistemle tanışmam hayatımın tam da en ihtiyacı olduğu bir döneme rastladı. Orda burda dağınık halde bulunan planlarım, yapmam gereken onca şeyin arasında günümü verimli hale getirme çabalarım, unuttuğum basit işler ve kaçırdığım anlar... Hepsini, tüm bunlardan öte kafamı toparlamama inanılmaz yardımı dokundu bu defterin.

   Başladığımda ilk bana tattırdığı his ise yavaşlama hissi oldu. Evet tam olarak yavaşladığımı, dinginleştiğimi ve her şeyin aslında yolunda olduğunu hissettim.

   Yaşadığımız çağda malumunuz hep bir koşuşturma, bir yere yetişmeye, bir şeyleri tamamlamaya çalışma halindeyiz. Ah diyoruz devamlı ah günler daha uzun olsa, saatler daha yavaş aksa ki daha çok şey sığdırsak dakikalara. Ve fakat kendimizi maruz kaldığımız tonlarca uyarıcıdan kalan aralıklara hep birşeyler sığdırma gayretinde buluvermekten öteye geçmiyor bu uğraşlar.

   Oysa ki ertesi günü planlayıp, minik listeler yapıp günün sonunda ne kadarını tamamladığımızı görmek hem tatmin duygusu oluşturuyor hem de ertesi güne daha verimli uyanmayı sağlıyor. Öyle büyük günlük hedeflerden bahsetmiyorum, mesela annemizi arama görevini başında boş kutucuk ile  defterimize kaydetmek, akşam da o kutucuğu doldurmak nasıl bir his tahmin edemezsiniz;)

   Diğer yandan sayfaları gönlümüzce süslemek terapiden başka bir şey değil inanın...

  Yine benim gibi anılar biriktirmeyi seven insanlar için nasıl bir anı sandığı olduğunu varın siz düşünün. Ayrı ayrı defterlerde yarım kalmış yazılar, notlar, planlar saklanmaya çok da değer görülmüyor bir süre sonra. Fakat Bullet Journal'da en minik bir detay bile anı albümünde yerini alıyor vesselam...

    Benim Bullet Journal'ımdan (Türkçe nasıl adlandıracağımı tam olarak bilemiyorum) bazı fotoğraflar ile yazımı tamamlıyorum. Umarım bu yazıyı okuyanlara da ilham olur....


 

Bu benim defterim. Evde mevcut olan hediye bir defterdi. Bana göre Bullet Journal için uygundu ve hemen başladım. Bu işin en önemli yanı gözde büyütmeyip defteri ve kalemi ele alıp bir an önce başlamak. Zira insan araştırdıkça ve müthiş örnekleri gördükçe biraz gözü korkuyor doğrusu;)

    Uygun defteri bulmak en önemli şey tabi ki. Yıl boyu yazacaksınız ona. Ama çok da kararsız kalmak asıl amacınızdan sapmanıza sebep olur. So just do it!



                İlk aşamada bir kapak sayfası yapyorsunuz. Adınız, tercihe göre telefon numarası veya mail adresi yazmakta fayda var. Çünkü kimse defterini kaybetmek istemez ve Allah korusun böyle bir durumda geri gelmesini isteyeceğimiz ilk şeylerden kendisi...
Bu defterimde kullanacağım işaretleri not ettiğim anahtar sayfam

Burada da içindekiler kısmı. Sayfa numarası vermek ve başlıkları indekse kaydetmek benim işime yaradı.

Yıllık hedeflerimi yazdığım sayfa
Yıllık takvimim. Tamamen el yazısı ile;)

2016 ile hayatıma giren güzellerime defterimde yer ayırmasam olmazdı elbette

Okuduğum Kitaplar

İzlediğim Filmler


Günlük takip sayfası örneği





Aylık takip örneklerim;

Resim yazısı ekle

9 Eylül 2016 Cuma

bir takım dolup taşmalar...


Nasıl yaşar insan buca öfkeyle,
bunca kinle,
nefretle?..
Yaşam yolculuğumda bir dönüm noktası gibi yaşadığım şu günler. Hayatımda ilk kez kardeş bildiğim bazı insanların tiksindirici yüzlerini böyle acı bir şekilde temaşa ettim.
Öyle midem bulandı ki tarifi imkansız.
Yıllarca içinde biriktirdiği hasedi, kini ilk fırsatta yüzüme kusan insanları gördüm hayatımda ilk kez. Oysa beni “Allah hep iyilerle karşılaştırmıştı.” Babamın duasıydı, ve daima üzerimde hissetmiştim bu güzelliği. Sapasağlam dostlarım, kardeşlerim oldu benim.
Hayal kırıklığı yaşadım diye iyiliğe, samimiyete, güzel ahlaka olan güvenimi kayıp mı edeceğim? Tabi ki hayır. Allah yine iyilerle karşılaştıracak beni. Kendinden önce kardeşini düşünen, kardeşi için hep hüsn-ü zannını sımsıkı elinde tutan, insan olmayı menfaatlerinin önüne almayı başarabilen, başkasının üstüne basarak bi yere gelmeye değil, başkasının elinden tutarak, omuz omuza yükselmeye gayret eden, “kendi için istediğini önce kardeşi için isteyebilen” insanlar olacak yine çevremde.
Başaramayacak bu çirkinlikler umudumu zedelemeyi,
gücümü, enerjimi aşağı çekmeyi.
İnadına daha umutlu olacağım…
İçindeki huzursuzlukları, hazımsızlıkları, kafasındaki kirli fikirleri etrafına bulaştırmaya çalışan bu insanlara fırsat vermeyeceğim.
Tüm mahlukatı seveceğim daha fazla. Öyle seveceğim ki benim sevgim yayılacak, onların salyaları yerine yeryüzüne. Öyle seveceğim ki sevgimin mis kokuları saracak kainatı, onların leş kokuları değil. Öyle güzel bakacağım çocukların gözlerine, daha çok kedinin başını okşayacağım, çiçekleri daha derin koklayacağım.
“Ahlaklı birey yetiştirmek” idealim çerçevesinde öğretmenliğimi yapacağım. Bana bakan o gözlere güzel örnek olacak, beni dinleyen kulaklara, insan olmayı, insanı sevmeyi, merhameti, adaleti, vatan-millet sevgisini, yaratılmış her canlıya nazik davranmayı anlatacağım avazım çıktığı kadar…
Onlar kin ve nefret ateşinde yanarken ben çiçeklere su vereceğim ve yeşermelerini izleyeceğim…
Tüm şehirleri yaksalar, yıksalar, kötülüğü, iftirayı, fitneyi salsalar sokaklara vazgeçmeyeceğim…
Bir köşede kitapların tozunu alacak,
baştan başlayacağım.
Görecekler…
Ne diyor Aşık Yûnus;
“Sadıklar durur sözüne
Gayri görünmez gözüne
Bu gözlerim dost yüzüne
Baka geldi baka gider”

3 Temmuz 2016 Pazar

Zor bir tecrübe

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ'at


Hayatımın en zor gecelerinden birini geçirdim sanırım. Saat sabahın 6:30’u ve Mahur kısırlaştırma operasyonu geçireli 12 saat oldu. Miniklerim hem traş oldular, hem zavallı oğlum ameliyat oldu. Ne zormuş küçücük bir canlının insanın gözlerinin önünde kıvranması ve elden bir şey gelmemesi… Anestezinin etkisinden kendilerine gelişlerini izlemek yüreği dağlıyor. Zar zor yürümeye çalışmalar, ara ara kusmalar, narkozun etkisi geçince ateş, ağrı, viyaklama… Falan filan. Bi de üstüne traş sonrası Bade Mahuru tanımadı mı tam cümbüş(!) tıslamalar, kaçmaca, saklanmaca… Gece ikisini ayrı odalara kapatmak durumunda kaldık. Sonrası aman görmeyin… Mahurun yanında sabahladım. Zavallıcığımın yerinde duramayışı, inlemesi, halsiz halsiz durmadan dolaşmaya çalışması...Dili yok ki anlatsın ağrısı mı var sızısı mı var. Evlat gibi o yüzden bu hayvanlar, iç yakıyor vesselam... Not:Tüm nazik davranışları ve ilgileri için Veterinerimize çok teşekkürler... Tüm emeklerine ek olarak sabahın 4ünde bile telefonumuza cevap verip bizi rahatlattılar.

10 Mart 2016 Perşembe

Ab-ı Hayat Çeşmesi/Osman Hamdi Bey

Hani birçoğunuzun “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosundan bildiğiniz, İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu, ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey var ya...
Birçok kazı çalışmasına öncülük eden ve Türk resminde figürlü kompozisyon
kullanan ilk ressam olarak tarihe geçen beyefendi...
Neyse şuradan;http://www.osmanhamdibey.gov.tr/TR,... onun hakkında çokça
malumat edinebilirsiniz. Benim kendisine temasım bazan müzelerdeki tabloları
sayesinde (Pera Müzesi/Osman Hamdi Bey Sergisi) , bazan bir tiyatro oyunu ile (“Gönlümdeki Osman Hamdi Bey” İstanbul Şehir Tiyatroları) oldu.
Bugün eski fotoğrafları şöyle bir karıştırırken bu fotoğrafa rastladım.
Soldaki Osman Hamdi Bey, Sağdaki Muhterem Hanım;)
Burası Çinili Köşk Müzesi, yıl sanıyorum 2011. Fotoğrafı bir gezi arkadaşım çekmişti. Gezimiz sırasında Hamdi Bey'i taklit ederek birbirimizin fotoğrafını çekmiştik. Bugün 
bu kareye rastlamak inanılmaz keyif verdi. :)
Ab-ı Hayat Çeşmesi

AB-I HAYAT ÇEŞMESİ
Gülhane Parkı'na bakan sol köşe odasının nişlerinden biri, III. Murad zamanında
(1574-1595), selsebil şeklinde bir çeşmeye dönüştürülmüştür. Ayna taşındaki bitkisel motiflerin ortasında yer alan tavus kuşu figürü dikkati çekmektedir. Süslemelerde
kalem işi tekniği ile altın yaldız kullanılmıştır.
Yan duvarlarında ta'liq hatla yazılmış on iki beyitlik iki mermer kitabeden, çeşmenin
Hicri 999 (Miladi 1590) tarihinde yapıldığı ve Çinili Köşk'e o yıllarda "Sırça Saray"
denildiği anlaşılmaktadır.
Çeşmenin karşısındaki nişe ise 2004 yılında başlayan son düzenlemelerde,
Osman Hamdi Bey'in yaptığı, 1904 tarihli "Ab-ı Hayat Çeşmesi" adını taşıyan
yağlıboya tablonun bir kopyası konulmuştur. Bu tabloyu Osman Hamdi Bey,
çeşmenin yanında durarak çektirdiği fotoğrafından yapmıştır. * (http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/...)
Tarihe temas etmek; bir beste, bir tablo, bir yapı, bir süsleme ile onu bize bırakan
adamlar ve kadınlar ile iletişime geçmek paha biçilemez bir güzellik...
Osman Hamdi Bey’e bu vesile ile rahmet temenni ediyorum...