İki muhteşem filmin lezzeti damağımda olarak 2017'nın ilk ayı Ocak'a veda ediyorum. O tadların çeşnilerini bir miktar buraya kaydedebilirsem ileride dönüp baktığımda daha fazla hatırlama şansım olur diye umud ediyorum. Bazı filmlerin, kitapların ve şehirlerin hissettirdikleri şeyler "koku" gibidir; hatırlanır, hissedilir ama çok da tarif edilemez. Ama şu kesindir ki; içimizde bir yerlere dokunurlar.

Onlardan biri; "SCENT OF A WOMAN" (Kadın Kokusu)
1992 yapımı filmde Al Pacino huysuz, kör bir emekli yarbayı canlandırıyor. Ona haftasonu bakmak için gelen Charlie ile başta sıkıntılı da olsa müthiş bir iletişim kuruyorlar. Çılgın hafta sonu planına Charlie'nin de dahil olmasıyla macera başlıyor.
Filmde kişilik, prensipler, adalet, toplumda zengin-fakir algısı gibi kavramlar ön plana çıkıyor. Ölmeden önce yapılmak istenenler planı çerçevesinde gelişen iletişim sayesinde iki bireyin hayatında olumlu büyük değişiklikler oluyor.
Filmde bir tango sahnesi var ki içine hapsolmak istiyorsunuz. Charlie okulda yargılanırken, Yarbay'ın kapıdan girişi ve çocuğa veli olarak sahip çıkması... Yarbayın kadın tasviri... Diğer bir keyif aldığım sahne de yarbayın hayali olan arabayla yaptıkları çılgın tur sahnesi...
Öğrendiğime göre; "Al Pacino, canlandırdığı karaktere hazırlanmak amacıyla 6 ay körler okulunda yaşamış, film çekimlerinde devamlı sabit bir noktaya baktığı için gözleri zarar görmüş ve gözlük takmaya başlamıştır." (wikipedia) Bir de Al Pacıno bu filmle beraber en iyi oyuncu oscarı kazanmış.

Birkaç alıntı;

But I never took it. You know why? It was too damn hard. Now here's Charlie. He's come to the crossroads. He has chosen a path. It's the right path. It's a path made of principle that leads to character. Let him continue on his journey..."
-"Women! What can you say? Who made 'em? God must have been a fuckin' genius. The hair... They say the hair is everything, you know. Have you ever buried your nose in a mountain of curls... just wanted to go to sleep forever? Or lips... and when they touched, yours were like... that first swallow of wine... "
-"Oh, uh, Charlie - about your little problem - there are two kinds of people in this world: those who stand up and face the music, and those who run for cover. "
"Did you ever have the feeling that you wanted to go, and still have the feeling that you wanted to stay? "
İkinci filmim; "LaLaLand"

Ah bu film... Hala içimde şarkıları çalıyor ve yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Hayallerinin peşinde zorluklara rağmen ilerlerken yolları kesişen Mia (Emma Stone) ve Sebastian (Ryan Gosling)'nın ilişkisi ve ideallerine doğru yolculukları işleniyor bu muhteşem müzikalde.
Müzikaller her zaman lezzet aldığım filmler ya da oyunlar değildir ama bu film sizi bir rüyanın içine alıyor.
Sebastian'ın klasik cazı bozulmamış, saf haliyle yaşatma, icra etme çabasını Türk müziği ile ilgili muhabbetim ve fikirlerime ne kadar da benzettim. Popüler kültüre beğenilmek adına özünde olmayan enstrüman ve icra şekillerinin müziğe entegre edilmesi hep itici gelmiştir. Türk musikisinin bugün çok az sayıdaki savaşçı taşıyıcıları da rağbet görmemek pahasına klasik icraya devam etmektedir, diğer yandan yüreği kan ağlayarak derd-i maişet için sanatından taviz veren sanatçılar... Sebastian'ın mücadelesi derinlere dokundu vesselam.
Diğer yandan Mia'nın tüm çabasına rağmen kıymet görmeyişi, aşağılanışı, vazgeçmenin uçurumunda gidip gelişi neler neler çağrıştırdı bana bilemezsiniz...
Tutkunun değil paranın, statünün değer gördüğü bu çağda omuzlarımıza yüklenen onca yüke rağmen hayallerimizin peşinden yılmadan koşmamız gerektiğini hatırlattığı için minnettarım La La Land'e.
Mia; People love what other people are passionate about."
Sebastian; They worship everything and they value nothing.
Sebastian; This is the dream! It's conflict and it's compromise, and it's very, very exciting!
Mia; [singing] Here's to the ones who dream / Foolish as they may seem. / Here's to the hearts that ache. / Here's to the mess we make.